Bazı yaralar var, ışık tutunca görülmez… Bazı kırıklar alçıya sığmaz… Bazı çığlıklar ise o kadar sessizdir ki, sesinde kaybolursunuz kopan kalbinin…
Son günlerde adını her gün duyduğumuz o kelime: Akran zorbalığı. Evet, kimi yoğun bakımda, kimi yatağa mahkum. Küçücük bedenlerin içinde taşıdığı kocaman acılar… Çocuk odalarında gizli ağlayışlar, okul koridorlarında titreyen bakışlar, “kimse duymasın” diye içine gömülen hıçkırıklar.
Ben bir çocuk doktoru olarak yıllardır ateş, öksürük, astım krizleri gördüm. Ama hiçbir tahlil sonucu, hiçbir görüntüleme beni bir çocuğun kırılmış güveni kadar yaralamadı. Çünkü akran zorbalığının bıraktığı iz, kan tahliline değil; “ruh tahliline” düşer.
Ve bugün, artık kabul edelim: Türkiye, akran zorbalığı çağını yaşıyor.
Bu Çocuklar Neden Bu Kadar Öfkeli? “Toplumsal Şiddet İklimi”
Bir çocuk, kendiliğinden zorba olmaz. Bir çocuk, kendiliğinden kurban olmaz. Zorbanın eli kadar, seyreden gözler de suçludur. Çünkü şiddet, genetik değildir; görülen, duyulan, normalize edilen bir davranıştır.
Peki Neden Bu Hale Geldik?
Evlerde yükselen sesler, çocuklara ilk şiddet alfabesini öğretiyor. Sokakta sabırsızlığımız, trafikte öfkemiz, sosyal medyada hakaretlerimiz… Hepsi “şiddet böyle bir şey işte” diye kodlanıyor. Çocuklar, birer ekran vatandaşı oldu. Oyunlarda rakibini yenmek için tek geçerli yol şiddet; videolarda izlenen “şaka” adı altındaki itme-kakmalar normalleşti. Okulda öğretmenler yalnız, aileler yorgun, çocuklar ise duygusal olarak sahipsiz.
Ve sonuç? Bir çocuk, diğer çocuğun canını yakmayı güç sanıyor, bir diğer çocuk, canı yandığında susmayı kader…
Akran Zorbalığının Bedeli: Bir Çocuğun Dünyası Yıkılırsa…
Bilim diyor ki:
Akran zorbalığına uğrayan çocuklarda anksiyete, depresyon, özgüven kaybı, ilerleyen yaşlarda ise travma sonrası stres bozukluğu çok daha yüksek.
Benim tecrübem de diyor ki:
“Başım ağrıyor” diye gelen çocukların çoğu aslında bir arkadaşının sözüyle canı acıdığı için ağlıyor. “Okula gitmek istemiyorum”un altında çoğu zaman bir yumruk değil, bir laf gizli. “Karnım ağrıyor”un altında da çoğu kez bir dışlanma, bir alay edilme, bir yalnızlık var. Biz yetişkinler hâlâ sanıyoruz ki zorbalık karneye yansımaz… Oysa zorbalık, matematik notunu değil; çocuğun kendilik değerini düşürür.
Peki Ne Yapacağız? Bu Yangını Kim Söndürecek?
Önce şunu kabul edelim: Bu sadece bir okul sorunu değil. Bu sadece bir öğretmen ya da rehberlik servisi sorunu değil. Bu sadece bir anne-baba sorunu da değil. Bu bir toplum sorunu. Ve çözümü de toplumsal.
1. Ailelere Düşen:
Çocuğunuzu sadece dinlemeyin, duyun. “Şikâyet etme, aldırma” demek yerine, “Seni duyuyorum, yanındayım” deyin. Zorbalığı uygulayan çocukların büyük kısmı evde empatiyle tanışmamış çocuklardır. Evde başlayacak nezaket devrimi, okulda kelebek etkisi yaratır.
2. Öğretmenlere Düşen:
Her çocuğun sesini eşit duyun. Sessiz kalanlar çoğu zaman acı çekenlerdir. Sınıfta zorbalığa karşı sıfır tolerans politikası oluşturun. Rehber öğretmenlerin sayısı artırılmalı; sınıf öğretmenleri bu konuda düzenli eğitimlerle desteklenmeli.
3. Okullara Düşen:
Şiddeti ve zorbalığı tespit eden erken uyarı sistemleri kurulmalı. Tanık olan çocukların da konuşması teşvik edilmeli. “Çocuklar arasında olur öyle şeyler” cümlesi tedavülden kalkmalı.
4. Devlete Düşen:
Medyadaki şiddet içerikleri denetlenmeli. Okullarda zorbalıkla mücadele programları zorunlu hale getirilmeli. Psikososyal destek birimleri güçlendirilmeli.
5. Hepimize Düşen:
Bir çocuğu korumak, bir toplumu kurtarmaktır. Şiddeti seyreden her göz, şiddetin ortağıdır. Çocuklar için daha sakin, daha empatik, daha dayanışmacı bir toplum inşa etmek zorundayız.
Son Söz: Bu Yazı Bir Çağrıdır…
Eğer bugün bir çocuk, saçının rengiyle alay edildiği için eve ağlayarak geliyorsa…
Eğer bir çocuk, teneffüse çıkmaya korkuyorsa…
Eğer bir çocuk, sadece “kendisi” olduğu için utandırılıyorsa…
O zaman sessiz kalmak bizim için bir seçenek değildir.
Bu yazı bir çağrıdır:
Çocuklarımızın kalbini koruyalım.
Bir çocuğun ruhu kırıldığında, aslında biz bir toplumun geleceğini kırıyoruz.
Zorbalıkla mücadele, bir çocuğun değil; hepimizin sınavı.
Ve unutmayalım…
Bir çocuğun eline güç vermezseniz, kalbine merhamet verirsiniz.
Merhametle büyüyen çocuk; kimseyi incitmez.