Reîsülkurrâ Abdullah Eyyübî'nin Ebû Eyyub-i Ensari'den Mervi Hadislerin Şerhi ve Tercümesi adlı bir eseri vardır. (Süleymaniye Ktp., Hasan Hüsnü Paşa, nr. 203, 273 varak) Ayrıca Ebû Eyyüb el-Ensârî'nin menkıbeleriyle türbesini ziyaret ederken uyulacak esasları Âdâbü'l-müsafirîn adlı risâlesinde ele almıştır. Muhammed Abdullah Veled Kerîm, Ebû Eyyüb el-Enşârî ve merviyyâtühû fi Müsnedi'l-İmâm Aḥmed adıyla bir yüksek lisans çalışması yapmış (Ümmülkurâ Üniversitesi, Mekke 1400/1980), İsmail L. Çakan da Ebû Eyyûb'un rivayetlerinden derlediği kırk hadisi şerhederek Eyüb Sultan Hazretlerinden Kirk Hadis adıyla yayımlamıştır (İstanbul 1990). Ebû Eyyüb el-Ensârî'nin menâkibi muhtelif eserlere konu olmuştur. Bunlardan bazıları şunlardır:
1. Abdülhafiz b. Osman et- Tâifi, Cila'u'l-kulub ve keşfü'l-kürüb bi-menâkibi Ebi Eyyûb (İstanbul 1298). 2. Ahmed b. Muhyiddin en-Naîmî, Esne's-sevâhid fi zikri menâkibi Ebi Eyyüb Hâlid (TSMK, III. Ahmed, nr. 580, 60 varak).
3. Abdullah b. Sâdık, Menâkib-1 Ebû Eyyüb el-Ensâri. Bu Türkçe eserin yazma nüshası Süleymaniye Kütüphanesi'ndedir. (Hacı Mahmud Efendi, nr. 4692, 56 varak). nu (280)
Sağlıklı olan herkesin Allah yolunda savaşa katılması gerektiğine inanan Ebû Eyyüb el-Ensârî, "Kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayınız" (el-Bakara 2/195) meâlindeki âyette sözü edilen tehlikeyi savaşa gitmeyip işiyle gücüyle meşgul olmak şeklinde açıklardı. Bu sebeple ihtiyarlık döneminde bile her yıl bir savaşta bulunmaya gayret etti. Katıldığı seferlerin sonuncusu Müslümanların ilk İstanbul kuşatması oldu. Rasûlullah (s.a.s.) İstanbul’un fethini ashabına anlatıp, "İstanbul elbette fetholunacaktır; onu fetheden kumandan ne güzel kumandan, onu fetheden asker ne güzel askerdir" (Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 335) diye müjdelemiştir. Hicrî 52. yılda Muaviye oğlu Yezid kumandasındaki Müslümanlar İstanbul’u kuşattılar. İslam akidesinin dünyanın dört bir yanına yayılması hususunda çok canlı ve diri bir gayrete sahip olan Müslümanlar İstanbul’un Fethi ve İslam Devleti’nin sınırlarına dâhil olmasını şiddetle arzuluyorlardı. Hz. Ebû Eyyûb el- Ensâri bu seferin hazırlanması için çok çalışmış ve sefere karşı çıkanlara öğütlerde bulunmuştu. Uzun bir yolculuk yapan Ebû Eyyûb yaşının çok ilerlemesinden dolayı İstanbul’a yaklaştıkları bir sırada hastalanmış, Yezid'e, öldüğü takdirde cenazesinin hemen gömülmeyerek ordunun varacağı en ileri noktaya kadar götürülmesini ve o yerde gömülmesini vasiyet etmişti. Burada defnedilen Ebû Eyyûb Müslümanların İstanbul’da bir sembolüdür.
BU bilgiler arasında şunu da zikretmek isterim ki Eyüp el-Ensari’nin ölümünden sonra vasiyeti uyarınca İstanbul kuşatmasına yani İstanbul kuşatmasının yapıldığı yere taşınması o günkü şartlarda ceset bozulmadan götürülmesi imkansızdır. Çünkü Arap kültüründe biz Türkler başta olmak üzere çeşitli toplumlarda örneğin Mısır’da görülen tahnit veya mumyalama tekniği cesetlere uygulanmadığından yezit emrindeki sefer halinde bulunan Arap kuvvetlerinin Eyüp el-Ensari’nin cesedini İstanbul surları önüne getirmesi imkansızdır. Yaz sezonunda yapılan bu sefer sırasında kısa bir zaman bile olsa cesedin bozulmadan taşınması imkansızdır. Çünkü cesedin iç organları üzerinde bulunduğu halde kokması bozulması daha çabuk olacaktır.
Bu nedenle Eyüp el-Ensari’nin cesedinin taşıması mümkün değildir. Diyelim ki Araplar tahnit benzeri bir uygulamayla cesedin iç organlarını çıkarıp cesedi öyle İstanbul önlerine taşımışlardır. Ancak bu seferde Eyüp el-Ensari’ni çıkarılan iç organları nereye gömülmüştür. Osmanlı tarihinde sefer halinde ölen padişahların iç organlarının gömüldüğü yere bir mezar muamelesi yapılmıştır. Nitekim Kosova’da öldürülen 1. Murad’ın böyle bir kabri mevcuttur. Buna dayanarak sormak isterim ki Eyüp el-Ensari’nin iç organlarının gömüldüğü yer neden belli değildir neden oraya bir mezar yapılmamıştır. Sonuç olarak belirtmek isterim ki bu saydığım sebepler dolayısıyla Eyüp el-Ensari’nin İstanbul’a varmadan İstanbul’a yaklaşıldığında ölüp cesedinin surlar önüne taşınması rivayetten öteye geçmeyecek bir durumdur. Bu durumu göz önünde bulundurarak Eyüp el-Ensari hakkındaki anlatımımıza devam ettiğimizde şu bilgilerin anlatıldığını görürüz:
İstanbul, ashab devrinden başlamak üzere defalarca muhasara edilmiş, nihâyet bu şehri fethetmek 1453 yılında Fatih'e nasip olmuştur.
Ebû Eyyûb'un ölüm döşeğinde şu hadisi rivayet ettiği zikredilir; "Bir İnsan Cenâbı Hakk’a bir ortak koşmaksızın ruhunu teslim ederse, Allah onu cennete koyar."
Onun bu kuşatmadan bir yıl sonra (49/669) gönderilen Yezid b. Muâviye kumandasındaki takviye birliğin içinde bulunduğu da rivayet edilmektedir. Ebû Eyyüb, kuşatma devam ederken hastalanarak 49 (669) yılında vefat etti Ancak 50 (670), 52 (672) veya 55 (675) yıllarında öldüğü de ileri sürülmüştür. Cenaze namazını Yezid b. Muâviye kıldırdı.
Bizans İmparatoru bir Müslümanın kendi toprakları içerisinde defnedildiğini öğrenince İslam kumandanına, onu kabrinden çıkarıp, vahşi hayvanlara cesedini parçalatacağını söyledi. Ancak böyle bir şey yapıldığı takdirde İslam beldesindeki tüm Hıristiyan mezarları ve kiliselerine zarar verileceği haberi üzerine kabre asla dokunulmayacağına dair teminat vermek zorunda kaldı. Devam edecek…